2 Mayıs 2025 Cuma

 

Ahmet Altan – Zarlar | Kitap Özeti, Karakter Analizi ve Edebi İnceleme

📘 Giriş

Ahmet Altan’ın 'Zarlar' adlı romanı, bireysel trajedilerle siyasi çalkantıların iç içe geçtiği, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde geçen çarpıcı bir eserdir. Romanda hem insan ruhunun karanlık derinliklerine hem de çöküşün eşiğindeki bir toplumun iç yüzüne tanıklık ederiz. Yazar, tarihi gerçeklikleri roman estetiğiyle birleştirerek hem edebi hem de sosyolojik bir yapıt ortaya koymuştur.

📚 Kitap Özeti 


Ahmet Altan’ın Zarlar romanı, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarında, yani 1900’lerin başında İstanbul’un puslu, karanlık ve çalkantılı atmosferinde geçer. Roman, siyasetin, suçun ve duyguların iç içe geçtiği, bireysel tutkuların imparatorlukların kaderiyle çatıştığı bir dönemi anlatır.

Hikâyenin merkezinde üç erkek kardeş yer alır: Arif, Ziya ve Hakkı. Arif, dönemin nam salmış kabadayılarından biridir ve çevresi tarafından hem saygı hem korkuyla anılır. Ancak Arif’in bir suikast sonucu öldürülmesi, ailesinin dengelerini sarsar ve özellikle Ziya ile Hakkı’yı, içlerinden çıkamayacakları bir hesaplaşmaya ve intikam döngüsüne sürükler.

Ziya, romanın en dikkat çekici karakteridir. Zekâsı, acımasızlığı ve ölümle olan garip ilişkisiyle öne çıkar. Kumara, suikasta ve şiddete yönelmesi, içsel boşluğunu doldurma çabasıdır. Hayatındaki tek yumuşaklık, Nora’ya duyduğu derin ama kırılgan aşkta görülür. Ancak bu aşk da zamanla Ziya’nın iç dünyasındaki çalkantılar arasında kaybolur.

Hakkı, ağabeylerinin gölgesinde büyümüş, kimlik arayışındaki bir diğer figürdür. Ağabeyi Ziya'nın karizması ve karanlık liderliği arasında ezilmiş gibi görünse de roman boyunca gelişen bir karakterdir. Hakkı'nın iç çatışmaları, okuyucuya insanın korkaklıkla cesaret, sadakatle ihanet arasındaki gri bölgede nasıl savrulabileceğini gösterir.

Roman, sadece kardeşler arası bir intikam ve güç mücadelesini değil, aynı zamanda Osmanlı’nın son yıllarındaki yozlaşmayı, çöküşü ve birey-toplum ilişkilerindeki çözülmeyi de alegorik biçimde aktarır. Suikastlar, komplolar, ihanetler ve siyasi entrikalar, arka planda imparatorluğun nasıl yavaşça dağıldığını gösterir. Karakterlerin yolları, tarihin önemli olaylarıyla kesişir: İttihat ve Terakki'nin yükselişi, Mahmud Şevket Paşa suikastı, jurnalciliğin ve korkunun İstanbul sokaklarını sardığı dönemler...

Altan’ın kullandığı sinematografik anlatım tarzı sayesinde, okuyucu İstanbul’un o sisli, rutubetli sokaklarında geziniyormuş gibi hisseder. Roman boyunca "zar atmak" metaforu, sadece karakterlerin hayat seçimlerini değil, aynı zamanda Osmanlı'nın geleceğini tayin eden kaotik ve rastlantısal siyasi gelişmeleri de simgeler.

Zarlar, tarihî olayların gölgesinde gelişen güçlü bir karakter romanıdır. Suç, tutku, aile bağları, aşk, intikam ve yozlaşma temaları, her biri dönemin sosyal ve politik gerçekliğiyle harmanlanarak aktarılır. Sonuç olarak, roman hem bireysel hem toplumsal düzlemde çözülmenin hikâyesini anlatır; hem bir ailenin hem bir imparatorluğun parçalanışını...

👤 Karakter Analizi

Ziya

Romanın en merkezî karakteridir. Kumarbaz, karanlık, acımasız ama aynı zamanda iç dünyasında derin çatışmalar yaşayan bir adamdır. Zekâsı ve karizmasıyla çevresindekileri etkiler. Nora’ya duyduğu aşk, onun insan kalabilme mücadelesini gösterir. Ancak içindeki boşluk ve şiddet eğilimi, onu trajik bir sona sürükler.

Hakkı

Ziya’nın kardeşidir. Ağabeyinin gölgesinde kalmış, kendi kimliğini bulmaya çalışan bir figürdür. Kararsızlığı ve çekingenliğiyle öne çıkar. Roman boyunca bir dönüşüm geçirir; korkaklık ve sadakat arasında bocalar.

Arif

Üç kardeşin en büyüğüdür. Kabadayı kimliğiyle tanınır. Romanın başında öldürülmesi, olayları başlatan kırılma noktasıdır. Anlatı boyunca geçmişteki etkisi ve hatıralar üzerindeki ağırlığı sürer.

Nora

Ziya’nın sevdiği kadındır. Romanın tek güçlü kadın figürü olarak, hem Ziya’nın içsel çatışmalarını temsil eder hem de ona bağlılığıyla dramatik yapı kazanır. Bir yandan Ziya’yı yıkıma götürürken, bir yandan da onun insani yönünü ayakta tutmaya çalışır.

📖 Edebi Değerlendirme ve Romanın Önemi

Zarlar, Osmanlı'nın çöküş dönemini bireysel trajediler ve şehir efsaneleri aracılığıyla yansıtır. Altan, sinematografik bir anlatımla karakterlerin iç dünyalarını, şehri ve siyasi karmaşayı bütünlüklü bir biçimde betimler. Kitapta kullanılan 'zar' metaforu, yalnızca kaderin rastlantısallığını değil, aynı zamanda imparatorluğun geleceğini belirleyen kararların keyfiliğini de simgeler. Yazar, dili ustalıkla kullanır; dönem atmosferini betimleyen cümleleriyle, okuyucuyu adeta o yılların İstanbul’una götürür. Romandaki karanlık atmosfer, karakter çözümlemeleriyle birleşerek eserin psikolojik derinliğini artırır.

Ahmet Altan, Zarlar’da tarihî roman ile suç, aşk ve psikolojik roman türlerini iç içe geçirir. Bu yönüyle eser, sadece bir dönem romanı değil; bireyin, aile yapısının ve toplumun çöküşüne dair katmanlı bir anlatıdır.

🔍 Sonuç

Zarlar, yalnızca Osmanlı’nın son dönemine ışık tutmakla kalmaz; aynı zamanda bireyin trajedisini tarihsel bir çerçeveye oturtarak evrensel bir anlatı oluşturur. Karakterlerin kaderleriyle bir toplumun dağılması arasındaki paralellik, romanı daha da güçlü ve etkileyici kılar. Ahmet Altan’ın bu eseri, modern Türk edebiyatında tarihsel roman anlayışına farklı ve cesur bir soluk getirir.

 

Elif Şafak – Kayıp Ağaçlar Adası

“İki âşık, iki halk, bir ada ve suskunluğun gölgesinde büyüyen bir kız... Elif Şafak, Kayıp Ağaçlar Adası ile sadece bir aşk hikâyesi değil; tarih, ekoloji ve kimlik arayışını iç içe geçirerek okuru hem düşündürüyor hem de duygulandırıyor.”

Kitap Özeti 

Elif Şafak’ın Kayıp Ağaçlar Adası, iki kuşağın iç içe geçmiş yaşamları üzerinden sevgi, kimlik, travma ve aidiyet gibi temaları işliyor. Hikâye, Londra’da yaşayan 16 yaşındaki Ada Kazantzakis’in öfke dolu bir patlamasının ardından ailesinin geçmişine dair gizli kalmış yönlerin ortaya çıkmasıyla başlar. Annesi Defne'nin ölümünün ardından sessizliğe gömülen Ada, babası Kostas ve teyzesi Meryem aracılığıyla köklerini ve geçmişini keşfetmeye başlar.

Hikâyenin diğer ayağı 1970’li yıllarda Kıbrıs’ta geçer. Kıbrıslı Türk Defne ile Kıbrıslı Rum Kostas’ın imkânsız aşkı, adadaki politik çatışmalar ve toplum baskısı nedeniyle büyük sınavlardan geçer. Genç âşıklar, bir Rum ve bir Türk olarak Lefkoşa’nın ikiye bölünmüş sokaklarında gizlice buluşurlar. Onların en büyük sığınağı ise adadaki bir incir ağacının gölgesidir — bu ağaç roman boyunca hem tanık hem anlatıcı konumundadır.

Ancak Kıbrıs’ta patlak veren savaş ve etnik şiddet, hem aşklarını hem de hayatlarını paramparça eder. Kostas Avrupa’ya göç ederken, Defne adada kalır. Yıllar sonra tekrar bir araya gelirler ama geçmişin yükü, suskunluk ve bastırılmış acılar bu kez yeni nesli etkiler. Ada, anne ve babasının geçmişini öğrendikçe kendi kimliğini, acılarını ve iyileşme yollarını da keşfeder.

Karakter Analizi

Ada Kazantzakis:
Londra’da büyümüş genç bir kızdır. Annesinin ölümünden sonra içine kapanır ve kendi kökenlerini araştırmaya başlar. Roman boyunca, hem ailesini hem de kimliğini yeniden keşfeder.

Defne Kazantzakis (Anne):
Kıbrıslı Türk bir arkeologdur. Geçmişte yaşadığı travmalarla başa çıkmakta zorlanır. Ada’nın annesi ve Kostas’ın aşkıdır. Sessizliği ve sırları, romanın dramatik yapısını derinleştirir.

Kostas Kazantzakis (Baba):
Kıbrıslı Rum bir botanikçidir. Ağaçlara olan sevgisi, doğayla insan arasındaki bağı temsil eder. Defne’ye duyduğu aşk, savaşın ve ayrılığın ortasında sınanmıştır.

Meryem Hala:
Ada’nın teyzesi olarak ortaya çıkar. Geleneksel değerlere bağlı, neşeli ve koruyucu bir karakterdir. Aynı zamanda kültürlerarası farklılıkların ve aile içi bağların temsilidir.

Temalar ve Semboller

- Savaş ve Ayrılık
- Aşk ve Yasaklar
- Doğa ve Hafıza
- Kimlik ve Kökler

Edebi Yönü ve Önemi

Elif Şafak, romanı çok katmanlı bir yapıyla örer. Tarihsel olayları kişisel hikâyelerle buluşturur. Dil ustalığı, karakter derinliği ve sembollerle zenginleşen anlatımı sayesinde Kayıp Ağaçlar Adası, hem bireysel hem de toplumsal bir yüzleşme metnidir. Göçmenlik, aidiyet, travma ve kültürel çatışma gibi evrensel meselelere de ışık tutar. Doğayla insanın ilişkisini, hatırlamanın ve unutmamanın önemini güçlü bir şekilde vurgular.

Genel Değerlendirme

Kayıp Ağaçlar Adası, edebi açıdan güçlü, duygusal yoğunluğu yüksek ve düşündürücü bir romandır. Elif Şafak’ın farklı kültürleri ve zamanları bir araya getirme becerisi, eseri hem yerel hem de evrensel bir düzleme taşır. Roman, özellikle gençler ve yetişkinler için geçmişiyle yüzleşmek, kimliğini sorgulamak ve iyileşme üzerine etkileyici mesajlar içerir.

20 Mart 2020 Cuma

Momo - Michael Ende

Momo - Michael Ende

Momo tek başına sokaklarda yaşayan görünümü sefil kimsesiz bir çocuktur. Günün birinde kasabanın birine gider. Orada turistlerin ziyaret ettiği tarihi bir yapı vardır. Kasaba halkı Momo’yu sevdiği ve ona acıdığı için orada ona bir yer yapar. Üstelik de Momo’nun tüm ihtiyaçlarını karşılarlar, her gün yiyecek içecekler getirirler. Momo insanları dinleme işini öyle iyi bir şekilde yaparlar ki karşısında geçen insanlar hem tüm dertlerini anlatır ona hem de ondan bir şey gizleyemezler. Momo ve kasaba öyle mutlu bir hayat sürmekteyken kasabada tuhaf bir şey olur. Kasabaya, zamandan tasarruf etmek amacı ile insanlara rehberlik edeceğini söyleyen kimi insan olduğunu söyleyen adamlar gelir. Ancak bu adamların kasabaya gelmeleri ile kasabadki tüm düzen bozulur. Insanlar zaman tasarrufu yapacağız diye önceden gülmek eğlenmek için yaptıkları hiç bir şey yapmaz olmuşlardır. Öyle ki sürekli bir çalışma hevesi içinde olurlar ama karşılığında mutluluklarını tamamen kaybederler. Zamandan tasarruf edilmesi gerektiğini söyleyen adamlar Momoyu da ikna etmeye çalışmaktadırlar ama Momonun karşısına geçen adam Momoya yalan söylenemediği için her şeyi itiraf eder. Kendileri insanlardan çaldığı zamanla hayat bulan bir çeşit yaratıktır. Ve insanların zamanını çalarak kendilerini var eden bir canlı türüdür. Bu durumda Momo ne yapacağını bilemez ama birden kendisine yardım etmeye gelen bir kaplumbağa görür. Bu kaplumbağa Hora usta denilen zamanın sahibi ve onun tüm canlılara zamanı bölüştüren bir çeşit üst varlığın kaplumbağasıdır. Bu kaplumbağa onu gizli bir şekilde sahibine götürür. Zaman hırsızları da ne pahasına olursa olsun Momoyu bulup yok etmek isterler ama bunu başaramazlar. Hora usta zamanı durdurduğunda kendisi de uykuya dalmak zorundadır. Hora usta uykuya daldıktan sonra zaman hırsızlarının da işi zora girer. Çünkü zaman durduğu için ellerindeki zaman tükenince her biri yok olacaktır. Momo da zamanın durduğu bu anda kendisine Hora usta tarafından verilen zamanı kullanarak zaman hırsızlarının insanlardan çaldığı zamanın depo edildiği yerin kapısını açarak hepsini serbest bırakarak tekrar Hora ustayı uyandırır ve her şey yoluna girer ve eski mutlu hayatlarına dönerler.

Şeker Portakalı- Jose Mauro De Vasconcelos

Şeker Portakalı- Jose Mauro De Vasconcelos

Zeze, oldukça fakir ailenin küçük bir bireyidir. Babası işsiz ve zor geçinmektedirler. Zeze ise aslında anlayışlı ve düşünceli bir çocuk olmasına rağmen çevresinde hep haşarı bir çocuk olarak bilinmekte ve büyüklerden hep dayak yemektedir. Zeze’nin kendine tek dost olarak kabul ettiği ise yeni taşındıkları evdeki şeker portakalı fidesidir. Tüm dert ve kederlerini ona anlatmaktadır. Bu arada da Zeze önce dayak yediği sonra da arasının iyi olduğu öyle ki en iyi dostu olacak bir adamla karşılaşır. Adam ona çok iyi davranmaktadır. Her istediğini yapmakta onu gezdirmektedir. Ne zaman ailesindne birinden dayak yese ona koşmaktadır. Ancak günün birinde bu dert ortağı kaza geçirir ve üstüne üstlük şeker portakal fidanını da sökerler. Bu da Zeze’nin yıkımı olur hastalanır ve yatağa düşer. O böyle hastalandıktan sonra tüm ailesi ona iyi davranır.

Mutluluk Zülfü Livaneli

Mutluluk Zülfü Livaneli

Meryem henüz ergenlik çağında Van’ın bir köyünde yaşamakadır. Günün birinde tarikat şeyhi olan amcası tarafından tecavüze uğrar. Kız bu durumda travma yaşar, ne yapacağını bilemez. Harap bir halde bir yerde kanlar içinde yere yığılır. Onu bu halde gören köy ahalisi neler olduğunu anlar. Ama Meryem’in ailesi meryem’i suçlu bulur ve onu küçük bir klübeye hapseder. Meryem bunu kimin yaptığını kimseye söylememektedir. Amcası da tarikat şeyhi olarak sözü geçen biridir ve kızın kesin olarak öldürülmesine karar verir. Bu tarikat şeyhinin askerde Cemal adında bir oğlu vardır. Cemal’de askerde PKK ile çatışırken onların içinde çocukluk arkadaşı Mehmet’in de olduğunu bilir. Böyle bir durumda Cemal terhis olduğunda dünyası pek bir çalkantılıdır. Ancak babası namuslarını temizlemek için Cemal’i görevlendirir. Cemal ‘de köyde emine adlı bir kıza aşıktır ve hemen ona kavuşmak ister. Ancak önce bu namus işini temizlemek zorundadır. Bu yüzden de Meryem’i alıp İstanbula götürür. Oralarda onu viyadüğün birinden atıp gizlice gelmeyi planlamaktadır. İstanbul’a giderlerken Cemal’in de Meryem’inde tuhaflarına giden hayatlarında görmedikleri şeylere şahit olurlar. Meryem ilk defa erkekler yanında rahatça konuşan yemek yiyen açık giyimli kadınlar görür. Daha önce kendi yöresinde böyle şeylere hiç şahit olmamıştır. Ilk defa kadınların insan yerine konduğunu görür. Istanbula gittiklerinde cemal kızı öldürmeyi beceremez. Çünkü sonunda kendisininin yakalanacağını düşünür üstelik askerlik arkadaşı böyle bir şey yapmamasını tavsiye eder. Askerlik arkadaşı ona İzmir de deniz kıyısında bir balık çiftliğinde geçiçi bir iş bulur. Cemal de kızı alıp oraya gider.
Proföser İrfan Kurudal gayet zengin, şatafalı bir hayat ve eşe sahip bir insandır. Görünürde hiç bir sıkıntısı yoktur ama içten içe bu adam hayatından hiç de memnun değildir. O da sahip olduğu her şeyi bırakıp izmir taraflarında bir tekne tutup herşeyden ve herkesten uzak denizlere açılmak istemektedir. Günün birinde profesör sahile çıktığında cemal ve meryemle karşılaşır o sırada cemalin o balık çiftliğindeki işi bitmekte ve işsiz kalmaktadır. Meryem de farklı bir şeyler hisseden Profesör onları teknesine davet eder ve bu üçlü birlikte yaşamaya başlarlar. Bu arada Meryem’in hayatı Profesör sayesinde değişime uğramaktadır. Profesör ona yeni elbisler alır üstelik de Meryem artık başörtüsü takmaz entari giymez. Cemal de kendini olanlara bırakıp yaşananlara itiraz etmemektedir. Böylece Meryem bambaşka bir insan olur özgürlüğün tadına varır. Günün birinde Profesör kız sahilde ve onunla yalnızken kızın üzerine eğilip kendince içinden gelen şefkat duyguları ve başka niyet taşımadan  kıza sarılıp onu kucaklamaya çalışır ama olanlar bulur ve kız o anda amca diye haykırıp şoka girer ve uzun süre kebdine gelemez. Böylece profesör tecavüz olayını, bunu yapanın amcası olduğunu cemalin onu öldürmek istediğini anlamaktadır. Bu arada sahilde Meryem orada yemek yapılan bir yerde bir çocukla tanışır ve o çocuk ona aşıktır. Üstelik de oraya gidip orda börek yapmaya başlar. Günün birinde de profesörün sarhoşluk durumunda profesör cemale tecavüzcünün cemalin babası olduğunu haykırır. Cemal her ne kadar bunu başta kabul etmese de sonradan durumun böyle olduğunu anlar. Bu arada profesörle de biraz atışır, profesör onları bırakıp teknesine yalnız gider. Cemal durumu anlayıp Meryem’i yanına almaya çalışır ama Meryem artık Cemalle kalmak istemez. Meryem o yemek evinde kalacaktır. Cemal ise olanlardan sonra o iğrenç yere memleketine bir daha geri dönmek istemez.

Son Ada -Zülfü Livaneli

Son Ada -Zülfü Livaneli

Zengin adamın biri günün birinde kafasını dinlemek için bir ada satın alır ve orada yaşar. Kendisi öldükten sonra da bu ada oğluna kalmaktadır. Oğlu da bu adaya yerleşir. Ve bu adaya toplumdan uzaklaşıp kafasını dinlemek için gelen bir kaç aile daha gelir. Adanın huzurunun bozulmaması için adaya sadece 40 aile kabul edilir. Ve bu aileler adada herkesten uzak tamamen doğal bir şekilde sessiz sakin ve mutlu bir şekilde yaşamına devam ederler. Öyle bir şekilde yaşarlar ki adadaki martıların çoğunukla olduğu yerlerde onları rahatsız etmemek için o taraflarda ev dahi yapmaz, adanın yeşilliklerine hiç karışmazlar. Böylece kendilerinin cennet dediği bu adada mutlu mesut yaşarlar. Ta ki adaya yeni bir aile gelip yerleşene kadar.
Gelen adam eski bir siyasetçidir. Adaya yerleşirken de oranın sakinlerinin hiç alışık olmadığı korumalarıyla beraber gelir. Bu yeni gelen adam geldiği günden beri adayı değiştirmeye başlar. Ilk önce ada sakinlerine hiç sormadan herkesin çok sevdiği ağaçlı bir yoldaki ağaçları keser. Bu herkesin tepkisini geçer böylece bu adam kuralsız hiç bir yerin yönetilemeyeceğini savunup adada işleri yönetecek bir komite kurulmasını ister. Adada politik durumundan kaçıp sığınmak amacı ile gelen bir yazar vardır. Bu yazar daha geldiği ilk günden bu eski siyasetçinin buranın tüm huzurunu bozacağını iddia eder ama kimse onu umursamaz. Komite kurulduktan sonra ada sakinlerinin haberi olmadan pek çok değişiklik yapmaya da başlar. Üstelik adanın sahibi olan adama gizliden buranın çok iyi bir turistik belde haline gelip bundan iyi kazanç sağlayabileceği yönünde telkinlerde bulunur. Yine günün birinde silah sesi duyulur. Adalılar bu adada ilk defa böyle şeyler görür. Bu adam adada terörüstin geldiğini ve evinin etrafında dolaştığını ve kendisine gizli gizli geldiği için silah atışı yaptığını iddia eder. Yazar ise herkesten uzak bir yerde kendilerinden başka kimsenin olmadığını ikna edici bir dille açıklar ve sonra herkes adamın terörüst olarak korktuğu şeyin gece karanlığındaki bir martı olduğunu iddia eder. Böylece bu eski siyasetçi martılara savaş açar. Kendileri olmazsa bu ada çok daha iyi olur der. Adadaki tüm martıların oradan kovulması ve öldürülmesi gerektiğini söyler. Ada sakinleri ise daha önce sırf martılar kendi doğal yaşamlarında devam etsinler diye onların yumurtladığı yerlere ayak dahi basmamış olmasına rağmen eski siyaetçinin süslü sözlerine kanar. Ve adada martılara karşı bir savaş başlatılır. Her ne kadar yazar bunu durdurmaya çalışsa da ada sakinlerini durdurumaz üstelik de siyasetçiye muhalif olduğu için kendi de düşman ve hain olarak damgalanır eski siyasetçi tarafından. Martılara savaş açılır açılmasına ama martıların sayısı o kadar çoktur ki bununla baş edemezler. Üstelik de martılar da karşı saldırı yapar. Taş taşıyıp onların üstlerine atar, açıkta insan gördümü topluca ona saldırır. Öyle ki yaralananlar ve hatta ölen dahi olur. Bu ölüm sonrasında ada sakinleri eski siyasetçinin de kışkırtmaları ile martıları canavar olarak görür ve onları daha bir hınçla yok etmeye çalışır. Her ne kadar yazar tüm bu olanlara karşı çıksa da ölen arkadaşlarının verdiği acıyla tüm ada halkı eski siyasetçiye katılır ve bir şekilde yazarı suçlu çıkarırlar. Ancak ada halkı martılarla baş edemez ve bu seferde eski siyaetçi adaya tilki getirtip onların martı yumurtası yemeleri yolu ile martıları tamamen bitireceğini düşünmektedir. Ama bu durumda da olanlar olur tilkiler çok çabuk ürediği ve martı yumurtası yedikleri için ve martılarda adadaki yılanları eskisi gibi avlayamadıkları için yılanların sayısı o kadar arttığı için yılanlar artık ada sakinlerini rahat bırakmamakta her gün evlerinde dolaşmakta ve ada halkının güvenliği kalmamaktadır. Adaya adım attığından beri cennet adayı cehenneme çeviren eski siyasetci tüm bu olanlara rağmen, hala pes etmemekte ve hala insanları heyecana getirmeye çalışıp onlara mutluluğu huzuru vadetmektedir. Üstelik tüm bu olanların eski siyasetçinin marifeti olduğunu söyleyen yazar, bu eski siyasetçi tarafından eski politik suçu bahane edilerek vatan haini ilan edilir ve tutuklatılır. Bu sefer de adaya tilkileri yok etmek için uzman çağırtır. Ama bu da bir işe yaramaz. Bu sefer de ormanı ateşe vererek tilkileri yok etmeyi planlar ki martılar eskisi kadar olup yılan problemi bitsin. Ancak bunu yaparken de rüzgar çıkar ve adanın tamamı kül olur.

Fahrenheit 451 Ray Bradbury

FAHRENHEIT 451
Montag o günlerde kitapları yakmak işinde görevli bulunan itfaiyecilerden biriydi. Ülkenin herhangi bir yerinde kitap okunması yasaktı ve bu suçu işleyenler kimi zaman bunun bedelini canıyla öderdi. Bir yerlerde kitap görüldüğünde hemen merkeze bildirilir merkez de hemen itfaiyecilerini oraya gönderip kitapları yakardı. Ayrıca düşünmek tartışmak gibi eylemlerde pek hoş karşılanan şeylerden değildi. Işte Montag’da bunun gibi toplumsal düzeni sağlamak adına bir kurumda çalışandı. Günün birinde Montag yolda tuhaf bir kızla karşılaşır. Onunla konuştuktan sonra hayatında önemli değişimler olur. Bu kız onu düşünmeye ve sorgulamaya iter. Montag artık bundan sonra kitapları merak eder ve onları gizliden okumaya başlar. Ama bu yıkımın başlangıcıdır. Çünkü bu affedilemez bir suçtur. Üstelik de evinde gizlice kitaplar gizler. Ama Montag kendini aydınlanmış gibi hisseder ve bunu da içinde tutamaz. Etrafındaki insanlar ondaki bu değişimi fark eder. Bu arada Montag Faber adında bir adamla tanışır. Faber’da gizliden gizliye kitap okuyan ve bunu gizlemekte Montag’dan daha becerili biridir. Montag ve Faber kitaplar hakkında konuşur ama Faber Montag’ı çok dikkatli olması konusunda uyarır. Faber ise daha ilk günden yersiz davranmış evine gelmiş olan karısının misafirleri önünde kitaplardan bahsetmiş, oradaki insanlar bundan rahatsız olunca da onlardan biriyle tartışmaya bile girişmiştir. Ayrıca Montag’ın işyerindeki patronu Beatles’da ondan şüphelenmektedir ve hatta mekanik tazısıyla onu takip etmektedir. Montag’ın karısının arkadaşlarıyla tartışmasından sonra olanlar olmuştur. Adamın karısı merkeze haber vermiş ve itfaiyeceiler alarma geçmişlerdir. İtfaiyeciler Montagın evine gelmiş ve onun tüm evini yakacaktır. Beatles Montagdan kendi evini yakmasını ister. Ancak montag olanlara daha fazla dayanamaz ve elindeki alev püskürteci ile patronunu yakar ve olay yerinden kaçmaya çalışır. Tüm hükümet onun peşindedir artık. Ancak onu yakalayamazlar üstelik de hükümet halkının gözüne kötü gözükmemek için başka bir kurban seçip insanlara suçlu adammış gibi gösterip onu infaz eder. Montag ise şehirden uzak bir yerde bir grup insanla karşılaşır. Bu insanlar kitapların değerlerini bilen ve anlayan insanlardır. Ama bu haliyle kendileri topluma aykırı insanlar oluverir. Böylece bunlar insanlardan uzakta yaşar. Tüm kitapları ezberler ve yakalanmamak için kitapları imha ederdi. Kitaplar her birinin hafızasında yer alır. Bu arada üke düşman bir ülke tarafından bombalanır. Tüm bunlar olurken Montag artık bu grup içerisindeki yerini alır artık.